Yaratıcı Akıl Dünyayı şekillendiriyor

  1 yorum


 Yaratıcı Akıl Dünyayı şekillendiriyor

İnsanlıgın en önemli sorunu hayatın her alaınında bir ölçünün varoldugunu görememeleridir. Geçmişten günümüze büyük fikirler her alanda insanlıgı degiştirmiş ve dönüştürmüştür. Büyük hayaller büyük gerçekleri aynı zamanda yalan ve yanılsamalara sebep olmuştur.

Aklın önemi kesinlikle insanlar arasında anlaşılmaktaydı. bir insanın diger insanların hayatını kolaşylaştırması için buldugu bir yöntem onun digerleri tarafından da kullanılmasını saglamış ve tekrarlar degişimleri ve dönüşümleri oluşturmuştur.  Zamanın ruhunu okumaktan geri kalan statikocular ise her çagda silinip hafızalardan unutulmaya yüz tutmuştur. 

Bu yazının başlıgı kesinlikle tesadüfi yada bir yerden alıntı olarak seçilmedi çünkü salt bir gerçek olan yaratıcı akıl yani insanın dogaya aykırı olarak kendi düzenini kurması bu düzen sayesinde de dogaya hüykmetmesi son 300 yılımızın büyük bir gerçegidir. 

1000 yıl boyunda ortak bir fikir vardı dünyanın merkezde oldugu görüşü ama buna karşılık bir antitez oluşturan kopernik ve ardıllar büyük sentezci olan Newton un 18 ve 19. yy aydınlanma çaglarının yaşanmasına sebep oldular. 

Görüyoruz ki gelişim tesadüfen gerçekleşmiyor. Bir toplumda ortaya çıkan öncüller yanlışda olsa alışkanlıgı yıkıp yerine yeni fikirler ortaya atıyor ancak bunu eksikliklerini gören büyük yapıtcılar bambaşka fikirleri ortaya atıyor sonucunda ise hep birlikte gelişimin insanlıgı ilerlettigini görüyoruz.

Şunu unutmayın lütfen ne bireysel anlamda nede toplumsal anlamda gelişme kolayca elde edilemez bunun için ilk önce fertlerin tek tek düşünce yetenegini kazanabilmesi bunun için ise bişeyleri iyi analiz edip anlamaları gerekir. Çagımızda çok az olan bu anlayıştaki ilerleme yeni yorumlara sebep olacak yeni yorumlardan ise yeni fikirler türeyecekdir.

Neden fikirlerden bu kadar bahsediyorum çünkü insanlıgın en eski düşünce biçimi dinler bir kişinin fikriydi ardından gelen mezhepler, reformlar, yönetsel olgular, bilimsel çalışmalar, 20.yy milliyetçilikleri ve daha nicesi her çagda insanlıgı etkilemişlerdi. Bazı insanlar"yani fikir sahipleri" görüşlerini kendilerini anlayacak ve uygulayacak insanlar topladı etrafına eger bunu başaramasalar kesinlikle unutulurlar ve bu kadar büyük etki yapamazlardı, O insanlarda vaatlerde bulundular bu sayede maddiyeten ve manen bir topluluk olmanın önemi daha iyi anlaşıldı, İşte bir fikir öncelikle soyut bir zihinden çıkarak digerlerine geçer onların gelişmişligi ise zamanın çagına göre o fikirleri ilerletmeleri ile ilgilidir.

Yeni fikirlerin oluşması için bilge kişilerin bulunması gerekir. Bilgeler sahip oldukları alanda en ücra noktadaki bilgileri bile okuyup anlamış yorumlamış kişilerdir ancak onlardan toplumsal ilerlemenin itici gücü olmaları beklenir ama bunu yapamazlar çünkü sizde bilirsiniz ki bir newton un başardıklarını 10 yorumcu bilgin başaramazdı. öyle çünkü fikirler özgünlügünü korudugu sürece gerçege etki eder çogunluk kesin kararlar alabilir ama bu hiçbir zaman kesin ve net bir dönüşümün kapılarını aralamaz.

Asırlar boyu dünnyada şu grçegi görecegiz medeniyet ve barbarlık özgürlük ve saret bilgelik ve cehalet hep bir arada ilerleyecek neden biliyormusunuz çünkü insanlar bir karşıtı olmayan düşünceyi öyle kolayca benimsemezler Şunuda iyi bilmek gerekiyor ki dünyada bilgiden çok cehalet uygarlıkdan çok barbarlık özgürlükten çok esaret prim yapmaktadır. İnsanlar ugruna savaşacakları yüce bir amacı olmadıkları için kendilerine masala anlatan şarlatanların peşine takılıyorlar. Gerçek düşüncenin verdigi büyük bilgeligi tanımadıkları için kendi düzenlerinde insanları fabrikalaştırıyorlar ki bizde uygarlıgın nimetlerinden faydalanabilelim diye. Sorarım size daha gelişmiş olmak sizi daha büyük işler yapmaya sevk etmeyecekse size daha fazla tembellik vaat etmesinin ne önemi vardır ?

Şuna katılıyorum kendi zamanının en iyi okuyan insan gelecegi önceden sezebilir kendi zamanınını iyi okumak isteyen ise geçmişe bakmalıdır. işte toplumda uyanış ve ilerleme öyle bir günlük yada bir kişilik degil uzun bir zamanın evrelere ayrılmış vedakar insanlarının olşuşturdugu şeydir. Bu gelenegi olutşturamayan toplumların başları diktatörlerle sürekli beladadır. Kendisinden başka kurtarıcısı olmayan bir toplum yine kendi emeklerini vedigi büyük bir acıya kendisi katlanacakdır, ne zamanki aklını kullanmaya başlarsa o zaman güneşin ilk ışıkları gibi aydınlanma toplumun ruhuna işleyecektir.

İlerlemenin ilk aşaması farkına varmadır sonrası anlama sonrası çözümleme"degiştirme" çıkarımda bulunmak ve en sonunda ise pratik faydalarını uygulamaktır, diger aşamalara bakılırsa en önemlisi pratik fayda gibi gözzüksede en sonuncu ve en az zaman alan ugraş odur.

17. yy dan 21. yy a çook şey degişti ve çok şeyde degişecek gibi gözüküyor. Bizler sınırlı ömrümüzde bir makine gibi toplumsal yapının içindeki çark gibi kendimize pay biçiyoruz zamanı gelince elbetteki orada bir soruna degişime sebep olacagız o güne kadar sadece bilgi bakımından dolmamız gerekiyor..

Ruh nedir [Ruhun Meziyetleri]

  Hiç yorum yok



 Ruh nedir [Ruhun Meziyetleri]

 Bilmek istiyorum ancak bu bilincin dogasını anlamadan nasıl mümkün olabilir ?

İnsanoglu yaşamın ulaştırabildigi en nadide varlıktır denilmiş eski çaglardan bu yana özellikle son 10 bin yıldır bunu söylerken ortaya konulan haklı gerekçe ise aklın içeriginden başka bir şey degildi. Öncelikle insan düşünüyor bu sayede iyiye yada kötüye seçim yapailiyor, Anlıyor bu sayede hiç bilmedigi konularda ustalaşabiliyor, Hafızasında tutabiliyor uzun bir süre sonra bunu kullanarak Hayata etki edebiliyordu.

Aslına bakarsanız modern bilim Ruha dogu kültürünün bakış açısıyla degilde materyalist bir batı anlayışıyla yaklaşıyor onlara göre ruh da bedenin diger uzuvları gibi vardır ancak insan öldügü zaman oda yok olur eger onu alırsanız bu tıpkı bir gözün yada kalbin çıkartılması gibi yok olacaktır denilmektedir. Mesela bugün beynin üst merkez kısmında bulunan epifiz bezi bugün ruhun merkezi olarak tanımlanmaktadır. Bu merkezde bulunan dmt molekülü ise ruh molekülü denilmektedir.

Orta çag düşünürü leonardo davinci nin üzerinde araştırma yaptıgı cesetlerin beyinlerine baktıgında bu kısımlarında boşlugun oldugunu görmüş bunu yeni ölen hayvanlarda da gözlemlemiştir.Orta çag düşüncesi rönesans etkisiyle ruhun ölümsüzlügünü vaat ederek kendilerinden birçok şey çalan kiliseden bagımsızlaşarak materyalist düşünceleri benimsemiştir. 

 Öncelikle hepimiz hayatın varolduguna bir şüphesi yoktur çünkü etrafımızda gördügümüz şeyler sürekli bir degişim ve oluşum içerisindedir. ruhu ve onun meziyetlerini anlamak için önce maddesel olarak oluşum degişim ve yokoluş kavramlarını inceleyelim.

Oluşum aski çagda iki şekilde anlaşılmaktaydı bir nesne eger kendi iç dinamikleriyle bir hareket meydana getiriyorsa bu nesne varoluyor demekti ama eger bir nesne dışardan bir müdahale ile bir hareket oluşturuyorsa o nesne yaratılıyor demekti. teknolojinin gelişmemesi 15 yy rönesansından önce Bin yıl boyunca yaratılma algısının benimsenmesine sebep olmuştu. Ortaöagdan sonra sanayi devrimi insanların makinelerdeki otomatikleşme yapabilmesi öyle etkilemişki varoluşçuluk ekolojisinin oluşmasına sebep olmuştur.

Oluşum aynı zamanda hem yaratılmayı hemde varolmayı içerir mesela insanlar tek başlarına barolduklarını sanabilir ancak onların belirli bir olgunluga erişmesi birsürü kaynagın kullanımına, şartların ve koşulların onun lehine hareket etmesine baglıdır. Bir insan bu dünya için bir hiçtir ama o insanı doguran bir anne baba korumacı bir şekilde topluluk oluşturdugunda devlet ve dini ortaya çıkartır. 

Kutsal metinlerde ve filozofların düşüncelerinde şunu görürsünüz nasıl oluyorda bir noktanın yarısı kadar olan ilk insan zamanla 2 metreleik bir yer işgal ediyor ? üzerinde detaylıca düşünürseniz hiçbirşeyin tek başına varolmadıgını şeylerin onun üzerinde bir tesiri oldugunu görürsünüz işte ruhumuzda bedenimizde her an her sayiye bir farklı bir evreye dönüşür bütün bebekler birbirine benzer ama zamanla biri annesine babasına benzer öteki türkçe konuşurken bir öbürü fransızca konuşur ortada varlıksal bir kaderden bahsedeceksek buna dogumu örnek verebiliriz ama kendi evinizde degilde komşunun evinde dogsanız bambaşka birisi olurdunuz işte bu o kader anlayışıyla çelişiyor.

Degişim ise tek bir şeyle sınırlandırılamaz birşey büyür küçülür, çogalır, azalır, parçalanır, patlar, çürür, genişler rengi şekli boyutu degişebilir. ama ruhu hep aynı kalır denilmekte. yani ruh dogmamıoş ve yok olmayacaktır o sadece bir su gibi kaynagından akar maddesel bir canlı olan insan bedenine girince insana hayat verir hayvan bedenine girince hayvan bitkiye girincede bitki halini alır. kutsal metinlerde ruhun diger şeyler gibi yaratıldıgını söyler öte alemlere ise yalnızca maddesel olmayan varlıkların ulşaşacagı anlatılır yani buralardan şunu anlıyoruz Ruh bizim maddesel olmayan yanımızdır. Aristo fizigindeki diyalektige bakarsak ikili bir argüman görürsünüz tez, antitez ve sentez = yani beden vardır ve sürekli degişir buna karşın ruhda vardır ama o degişmez hep sabittir ve ölümsüzdür ancak sentezimiz yani bu karşıtların birligine neyi yerleştirecegiz. ?

Yokluk diger bir deyişle dagılma yok olma prtonlarına ve moleküllerine ayrılma kaybolma bütün sufi ve tasavvufi söylemler bu yokluk  yada hiçlik probleminden bahsetmektedir ancak hiçlik evrensel boyutta suyun hiç olmadıgı anlamına gelir ancak yokluk ise bir bardakda suyun olmadıgı olarak degerlendirilir evrensel bir bilince ulaşmak için o hiçligi kavramak gerekir bunun yoluda bu acziyetle çevrili bedenden ayrılmak gerektigi söylenir. Rüyalar bu yoklugu arayan ruhperestlerin tek kaçış noktasıdır yeterince güçlü hayal kuramadıkları için hayatı tesadüfiliklerin getirdigi güzellikte bulurlar ancak şaşmaz bir gerçek vardır ki Modern insan dünyayı hergün degiştirmektedir bu ise bizi gerçekligin üçüncü derinligine taşımaktadır. 

Yokluk kavraması zor birşey ancak bir yaratımdan söz edebilmek için o gerkiyor bize birşey sonsuza kadar var yada yok olamaz sürekli degişir ama kimyasal özelligi hep aynı kalır tahta yanar kül olur kül uçar toz olur... BU tümevarımsal düşünceler bizi mistik doga anlayışı olan reenkarnasyona görütür yani insan ahlaken iyiyse birkaç yüzyıl sonra dünyaya tekrar gelir kötüyse dahaaşagılık bir varlık olarak dünyaya gelir. Matematiksel olarak birşeyi binlerce defa tekrar ederseniz onun tekrar etme olasılıgı artar bu bakımdan haklı olabilir ama sorarım size yüzlerce yıl sonra siz siz olmayacaksanız o halde ne anlamı kalır reenkarnasyonla tekrar dünyaya gelmenin..

Mutlak bir bilinç düzeyi gerekiyor herşeyden önce ruhun meziyetlerini kavrayabilmek için düşüncenin kendi kendisini düşünmesi yani bir şeyi başarmak algılamak yada degiştirmek için degilde yalnızca  kendi kendini düşünmek için var olan bir insan.

Decartes ın düşüncesinde ruhun degişen varlık tözünden hep aynı kalan ruhun varoldugunu anlıyoruz bu töz ise geldigi kaynaga geri gidecekti demekte... Ancak evrim birçok şeyi materyalist açıklamakta denizdeki balıktan plaza insanlarına sürekli bir varoluş mücadelesi sonucu insanın degiştigi gerçegi... 

İnsan gerçekten hafıza bilinç düşünce anlamak ve irade dışında herhangi bir meziyeti olmayan bir ruha mı sahip yoksa onun ruhu gerçekten varlıgı degerli kılan bir çiçek kokusu yada yiyeceklerin tadı gibi kendine has birşeymi bunun maddesel olan şu anda cevaplanamayacagı kesin.

Ek olarak şu belgesele bakabilirsiniz..