Büyük fikirlerle yola çıkılmışken aydınlıklarla dolu olan yaşam yolunu bir insan neden terk eder ? garip bir soru oldugunun farkındayım ama bunu sormam lazımdı. tıpkı 17 yüzyılda başlayan avrupdaki gibi aydınlanma çagının her insanın yaşamının belli dönemlerinde gerçekleştigini belirtmekte fayda var.
Aydınlanma diyip sadece fikirsel ve zihinsel olarak eski baglarından kopup yeni şeyler keşfedilen o zaman diliminden bahsetmiyorum maddi olarak da gerçekte olmayan kuralları sadece kendin istemedigin için yerine getirdigin kuralları çigneyebilmekten bahsediyorum. Yani bir kişinin yalan söyleyebildigi gibi aynı zamanda geçmişten çıkardıgı dersler sebebiyle gelecegi önceden görerek bunu yalnızca kendi çıkarı için de kullanabilmesinden bahsediyorum.
uykuda oldugumuz çeşitli hayaller görüp birşeylerin peşinde koşup güzel düşüncelere daldıgımız o bahar mevsimleri aslında insanı oyalayan bazı ilizyonlar gibi geliyor zor zamanlarda ancak birşey varki bu zor zamanları aşmayı kolaylaştırıyor umut degil bu yalnızlık da degil aksine sadece gerçek.
Dün dostoyevskinin bir yazarın notları adlı günlügünden birkaç pasaj okumuşum bana sırf canı istedigi için ve ugraşacak başka bir meşgalesi olmadıgı için karısını döven bir adamdan bahsediyordu, kadın kendisini bahçelerindeki agaca asmadan önce son kez karakola gidip yardım istemiş, adamlar aile meselesi diyerek kadını göndermişler dayak yemekden delirme seviyesine gelen kadın küçük kızını geride bırakarak intihar etmiş. Bunu gayet sogukkanlı olarak anlatıyordu çünkü ölüler evinden anılar isimli kitabunda da buna benzer birçok hikaye dinlemiştim ondan. Aslında bu gerçek hayatın içerisinde bulunan o acı güç kavgası ve nefretle birlikte gelen yenilgi insanın zamanın karşısında verdigi bütün savaşların önemsiz oldugunu düşündürttü bana.
Yaşam bu kadar güzelken aşık olmak ömürlük dostluklara evliliklere binlerce fedakarlık yaparak yanındaki insanlarla yaşadıgını hissetmek güzelken niye ölümü düşünüp üzüleydimki galiba asıl soru da buydu. ama uzaklaştık. madem bu dünyaya geldik yaşamak zorundayız herkes gibi diyip herşeyden kolayca uzaklaştık.
Birşey farkettim insanların arasındaki izlenimlerimde önemsiz sıradan sessiz birisi benden sonra gelmiş mıymıntı biri önce temizlik işi yapıyordu sonra buraya girecek olanların kimligine bak dediler ona kimligi olmayanları alma dediler bunu yaparken digerlerinden üstün oldugunu hissetti sonra oranın bütün düzeni sanki kendisinden sorulurmuş gibi gürlemeye başladı eskiden her gelip geçişinde selam verdigimiz o insan gitmişti artık herkese emir vermeye kalkan güç sarhoşu biri gelmişti. işte nietche nin övdügü o güç istenci de bu sarhoşlugu yada zehirlenmeyi getirmişti.
Ama dogada bu böyleydi eger güçlüysen senin kuralların geçerliydi, bir ayı bir tilkiyi bir tilki bir fareyi bir kurt bir koyunu bir kedi bir böcegi kolayca öldürür bunun içinde niye yaptım demez ve vicdan azabı çekmezdi güç bunu bize yaptırırdı ama insanlıgımız bize birlikte ölmeyi degil yaşamayı ögretirdi.
Bütün hikayeleri unutun ve gerçek olana odaklanın, yaşamak saf ve temiz sadece insanca yaşamak, işte bize lazım olan bu